Benim adım bugün KÖLE. 1690 yılındayım, Amerika’dayım,
siyahiyim ve kendi türüm tarafından eşya muamelesi görüyorum.
Adım Florens, diğer kölelerin aksine yalınayak gezmeyi
sevmiyorum, bu yüzden sahiplerimin eskimiş ayakkabılarını giyiyorum sürekli.
“…bu yüzden ayaklarım işe yaramaz, daima fazlasıyla narin olacak, asla kösele gibi sağlam derili tabanlarım olmayacak, oysa hayat böylesini gerektirir. “
Sekiz yaşlarında o zamanki sahibim ve annem (Minha mae)
tarafından başka bir sahibe borç karşılığı veriliyorum.
Benim adım KADIN. Ben bugün Efendi’nin iş yaptığı, benim
ırkımdan olduğu gözüken, özgür bir Afrikalıya aşık oldum. Gittiğinden beri onu
yeniden görebileceğim günün özlemini çekerken, HANIM beni onu bulup evimize
getirmekle görevlendirdi. Çünkü Hanım çok hasta ve onu bir tek o kurtarabilir.
Onun benim koruyucum olduğuna inanıyorum. Onu bulduğumda artık tüm ürkütücü,
incitici, acıyan bakışlardan kaçıp ona sığınabilirim. Beni ve dünyamı
şekillendiren sadece o.
Benim adım EMEK. Yıllar önce kabilemin yok olmasına sebep
olan çiçek hastalığından kurtulabildiğim için Presbiteryenlerin himayesine
verildim. Bana bir isim, yeni bir elbise ve kendi alışkanlıklarını verdiler.
Kolumdaki boncukları kesip, saçlarımı kırptılar. Yine de uyum sağlayamadım ve
sonunda dayaklar, kırbaçlar ve kesikler kazandım ve ödül olarak EFENDİ’nin
himayesine girdim. Efendi ile birlikte yaşadığımız çiftliği yarattım, ona
tavukların ne zaman yumurtladığını, mahsul ve zararlı otları ayırt etmesini,
hangi gübreyi kullanması gerektiğini ve diğer pek çok şeyi öğrettim. Hanım
geldiğinde de birlikte üstesinden geldik sorunların. Ben kendi kendisini
yeniden yaratmış Lina.
Benim adım KADIN. Beyaz olmama rağmen babam tarafından para
karşılığı bir damat adayına satıldım. Hiç tanımadığım bir erkekle evlenmek
üzere tek başıma yabancı topraklara seyahat ettim. Korktuğum yerlilerle önce
dost oldum, sonra çiçek hastalığına yakalanıp ölümün kıyısından döndüm ve
değiştim. DOST artık acımasız, kötü kalpli bir SAHİP. Çünkü kilisede Tanrı'nın
buyruğunun bu şekilde olduğu öğretildi. Zorlu koşullarda evimde yaşayan siyahi
kadınlarla kurulan bağlar bugün yandı.
Benim adım KADIN! Sırf şaşı doğduğum için iblis olduğuma
inanıyorlar, iblis olmadığımı kanıtlamak için her gece bacaklarımda kanayan
yaralar açıyorum.
Benim adım KADIN! Sırf siyahi olduğum için şeytan olduğuma
inanılıyor ve emin olmak için çırılçıplak soyundurulup inceleniyorum bir grup
insan tarafından. İçimde bir şeyler kırılıyor.
Ben ÇOCUĞUM. Kiralandığım rahipler meclisindeki rahip
yardımcısı tarafından taciz edilen, şehvetle sevişirken basıldığımızda köle
olarak satılan bir oğlan çocuğu...
Benim adım KÖLE. Koruyucum tarafından kabul görmeyip,
kovuluşumla hüsrana uğrayan, hayal kırıklığıyla sevdiğim adama saldırıp onu
yaralayınca korkup koşarak kaçan.
“ Ayakkabım yok çarpan bir kalbim yok evim yok. Yarınım yok. Gündüz yürüyorum, gece yürüyorum.”
Hayal kırıklığımı,
acılarımı, öfkemi evin duvarlarına kusuyorum şimdi. Köle sonunda ÖZGÜR. Annem
keşke duyabilseydi söyleyeceklerimi,
“ Mae, sevinsene; ayaklarımın tabanları serviler kadar sert artık. “
Ve ben ANNE! İnsan değil zenci olarak satılan, tecavüzden
doğan kızının memeleri büyüdükçe erkeklerin ağzının sulandığını görüp; onu
farklı bir hayata sahip olabilme ihtimaliyle başkasının merhametine terk eden
KÖLE KADIN!
Ben negrita'ydım. Zenci. Hepsi buydu. Diller, giysiler, tanrılar, danslar, gelenekler, süslemeler, şarkılar... Hepsi birleştirilip tenimin rengine indirgenmişti.
“Burada kadın olmak sürekli kanayan bir yara olmak
demektir.”. Benim kanayan yaralarım ise benim kaderimden farklı bir hayat
sahibi olup, zaaf duyduğun ayakkabılarla yaşıyor olduğun düşüncesiyle
iyileşmeye çalışıyor.