25 Nisan 2018 Çarşamba

Merhamet / Toni Morrison


Benim adım bugün KÖLE. 1690 yılındayım, Amerika’dayım, siyahiyim ve kendi türüm tarafından eşya muamelesi görüyorum.

Adım Florens, diğer kölelerin aksine yalınayak gezmeyi sevmiyorum, bu yüzden sahiplerimin eskimiş ayakkabılarını giyiyorum sürekli.

 “…bu yüzden ayaklarım işe yaramaz, daima fazlasıyla narin olacak, asla kösele gibi sağlam derili tabanlarım olmayacak, oysa hayat böylesini gerektirir. “

Sekiz yaşlarında o zamanki sahibim ve annem (Minha mae) tarafından başka bir sahibe borç karşılığı veriliyorum.

Benim adım KADIN. Ben bugün Efendi’nin iş yaptığı, benim ırkımdan olduğu gözüken, özgür bir Afrikalıya aşık oldum. Gittiğinden beri onu yeniden görebileceğim günün özlemini çekerken, HANIM beni onu bulup evimize getirmekle görevlendirdi. Çünkü Hanım çok hasta ve onu bir tek o kurtarabilir. Onun benim koruyucum olduğuna inanıyorum. Onu bulduğumda artık tüm ürkütücü, incitici, acıyan bakışlardan kaçıp ona sığınabilirim. Beni ve dünyamı şekillendiren sadece o.

Benim adım EMEK. Yıllar önce kabilemin yok olmasına sebep olan çiçek hastalığından kurtulabildiğim için Presbiteryenlerin himayesine verildim. Bana bir isim, yeni bir elbise ve kendi alışkanlıklarını verdiler. Kolumdaki boncukları kesip, saçlarımı kırptılar. Yine de uyum sağlayamadım ve sonunda dayaklar, kırbaçlar ve kesikler kazandım ve ödül olarak EFENDİ’nin himayesine girdim. Efendi ile birlikte yaşadığımız çiftliği yarattım, ona tavukların ne zaman yumurtladığını, mahsul ve zararlı otları ayırt etmesini, hangi gübreyi kullanması gerektiğini ve diğer pek çok şeyi öğrettim. Hanım geldiğinde de birlikte üstesinden geldik sorunların. Ben kendi kendisini yeniden yaratmış Lina.

Benim adım KADIN. Beyaz olmama rağmen babam tarafından para karşılığı bir damat adayına satıldım. Hiç tanımadığım bir erkekle evlenmek üzere tek başıma yabancı topraklara seyahat ettim. Korktuğum yerlilerle önce dost oldum, sonra çiçek hastalığına yakalanıp ölümün kıyısından döndüm ve değiştim. DOST artık acımasız, kötü kalpli bir SAHİP. Çünkü kilisede Tanrı'nın buyruğunun bu şekilde olduğu öğretildi. Zorlu koşullarda evimde yaşayan siyahi kadınlarla kurulan bağlar bugün yandı.

Benim adım KADIN! Sırf şaşı doğduğum için iblis olduğuma inanıyorlar, iblis olmadığımı kanıtlamak için her gece bacaklarımda kanayan yaralar açıyorum.

Benim adım KADIN! Sırf siyahi olduğum için şeytan olduğuma inanılıyor ve emin olmak için çırılçıplak soyundurulup inceleniyorum bir grup insan tarafından. İçimde bir şeyler kırılıyor.

Ben ÇOCUĞUM. Kiralandığım rahipler meclisindeki rahip yardımcısı tarafından taciz edilen, şehvetle sevişirken basıldığımızda köle olarak satılan bir oğlan çocuğu...

Benim adım KÖLE. Koruyucum tarafından kabul görmeyip, kovuluşumla hüsrana uğrayan, hayal kırıklığıyla sevdiğim adama saldırıp onu yaralayınca korkup koşarak kaçan.

 “ Ayakkabım yok çarpan bir kalbim yok evim yok. Yarınım yok. Gündüz yürüyorum, gece yürüyorum.” 


Hayal kırıklığımı, acılarımı, öfkemi evin duvarlarına kusuyorum şimdi. Köle sonunda ÖZGÜR. Annem keşke duyabilseydi söyleyeceklerimi, 

“ Mae, sevinsene; ayaklarımın tabanları serviler kadar sert artık. “

Ve ben ANNE! İnsan değil zenci olarak satılan, tecavüzden doğan kızının memeleri büyüdükçe erkeklerin ağzının sulandığını görüp; onu farklı bir hayata sahip olabilme ihtimaliyle başkasının merhametine terk eden KÖLE KADIN!

Ben negrita'ydım. Zenci. Hepsi buydu. Diller, giysiler, tanrılar, danslar, gelenekler, süslemeler, şarkılar... Hepsi birleştirilip tenimin rengine indirgenmişti.
“Burada kadın olmak sürekli kanayan bir yara olmak demektir.”. Benim kanayan yaralarım ise benim kaderimden farklı bir hayat sahibi olup, zaaf duyduğun ayakkabılarla yaşıyor olduğun düşüncesiyle iyileşmeye çalışıyor.

Mercy



16 Nisan 2018 Pazartesi

Beyaz Geceler


Yeşilçam filmlerini aratmayacak bir Dostoyevski öyküsü.


Çağımız aşklarını gölgede bırakacak bir hızla yaşanan bir aşk hikayesi yazmış Dostoyevski. Tanışma, kaynaşma, aşık olma, ayrılma hepsi 4 gecede gelişen olaylar sonucu böyle bir öykü çıkmış meydana.

Buradan sonrası biraz SPOILER olabilir.

Yeşilçam filmlerini aratmaz dedim ya hani, öykünün baş kahramanı olan yazarımız çok yalnız bir adamdır, doğru düzgün arkadaşı bile yoktur; bir gece rıhtımda ağlayan bir kıza rastlar, sonra gece vakti kız kimsesi yalnız gezer mi düşüncesiyle adamın birisi kızın peşine takılır, kahramanımız kızı kötü adamlardan korur. Sonra ertesi gün buluşmak için sözleşirler ve buluştuklarında birbirlerine hayat hikayelerini anlatmaya başlarlar günden güne. Adam içini döktükçe yalnızlığını giderdiğini hisseder.

Olaylar yeşilçam kıvamını korumaya devam eder ve birden adam kıza aşık oluverir, ama kızın gönlü başkasındadır. Zaten adı Nastenka olan bu kız da beni bitirdi, bitirdi. Böyle bir kezbanlık olamaz. 😡

Hatta tarihteki ilk kezban Nastenka bile olabilir. Sürekli ben çok güzelim her gören bana aşık olur, sen bana sakın aşık olma... Ben senin bildiğin kızlardan değilim... Beni basit kız sanma... Kızım bu ne özgüven ya anlat biraz!! Çıldırdım arkadaşlar çıldırdım!! 


“Sizin yerinizde başka biri olsaydı sıkıştırmaya başlardı beni, üzerime düşer, ah vah eder, aşkımdan yataklara falan düşerdi...”  Sayfa 56 - Bilge Kültür Sanat / Çeviren: Ergin Altay

Neyse kahramanımız "Bir tek dileğim var Nastenka, mutlu ol yeter!" diyerek, kızı aşık olduğu adamla tekrar bir araya getirmek için uğraşır da uğraşır. Mektuplar yazılır, ortak tanıdıklara haberler salınır... Kız da baktı çıkarı var, kardeşimsin, dostumsun diye gazlaya gazlaya işini halletmeye bakar. Sonra adam bağrına taş basmaya razı olup kızla birlikte, kızın sevdalısını beklemeye başlar buluşmak için sözleştikleri yerde. Adam gelmeyince bizim adamın birden aşkını itiraf edesi tutar. ( Allaaamm sana geliyorum.) Hüngür şapırt ağlaya zırlaya gelen itiraf sonucu bizim kezban bir durum değerlendirmesi yapar. Eskisi dönmüyor, bu adam da saf aşık beni seviyor, e ninemden de başka kurtuluş yok en iyisi buna varayım ben der ve ben de seni seviyorum, şuan çok mes'ud'um bla bla zırvalar.

Durun finali daha da beyin yakıyor, tam bunlar oturdukları banktan kalkıp kolkola kırlara doğru koşacaklarken karşıdan kızın sevdiği adamın geldiğini görürler. Kız bizim adamın kolundan çıkıp eski sevgilisine koşar ve beraber el-ele uzaklaşırlar, bizim adam da öööylee arkalarından bakar kalır. Yemin ediyorum Yeşilçam böyle final görmemiştir, böyle ihanet de olmaz. Bir de yüzsüz kezban kalkıp adama mektup yazıyor, bize gelirsin ziyarete, ikinizi birden sevebilirim göğe bakalım falan diye.

"Aynı anda ikinizi birden sevebilseydim!" (Sayfa 78 - Bilge Kültür Sanat / Çeviren: Ergin Altay)

Hem ikiyüzlü hem arsız!!

Şimdi erkek karakterin yaptığı şey özveri mi, yüce gönüllülük mü, aşk mı adını siz koyun ama çok saçma değil mi?

Gerçekten çok sinirlendim, bu saçma aşk hikayesini bir kenara bırakırsak yalnızlık ve hayalperestlik üzerine yazarın kurduğu cümleler çok etkileyiciydi.

Bir pazar gününü dolduran, bir günde söylene söylene okuduğum bir Dostoyevski kitabı da böylelikle okuduklarım rafına kalkmış oldu.


Dostoyevski kitabı yazarken Rossini'nin "Sevil Berberi" operasından epey esinlenmiş olsa gerek ki bazı yerlerinde onun bazı kısımlarını kastettiğini söyleyen çeviri notları vardı.
Şöyle bir üvertür buldum kendisiyle ilgili :

Bir de Ilya Glazunov isimli Rus ressamın kitapla ilgili çizimlerini ekleyip incelemeyi bitireyim.

Anlattığım final sahnesi : http://glazunov.ru/...stenka-is-going-away

Nastenka'nın gönderdiği mektubu okurken : http://glazunov.ru/...ng-nastenka-s-letter

Finalden bir önceki sahne : http://glazunov.ru/...orks/173-rendez-vous


Kezban şey pardon Nastenka : http://glazunov.ru/...e/works/160-nastenka

Bir Ağıt Yerine Bir Rüya

Bu sabah yine kabus olmayan kabuslarımdan biriyle uyandım güne.

Bu rüyaların sebebi yılların kırgınlığı mı hala içimde taşıdığım senden kalan? Bilmiyorum... Böyle uyandığım günlerde nedensiz ağlama isteği taşıyorum hep içimde, etrafa şakalar saçıp bastırıyorum.

Rüyamda 15li yaşlarımdayım, sana 1 saat gibi bir mesafedeyim ve sen saçma sapan bahanelerle gelemeyeceğini söylüyorsun. Sinirleniyorum, bağırıp çağırıp verip veriştiriyorum. Biliyorsun hayal kırıklığına uğruyorum aslında olan bu.

Gerçekte de böyle değil miydi zaten? Bugün düşündüğümde hep bir sebep vardı ortada, ne zaman olmanı istesem yoktun gibi sanki. Hafızamda kalan zar zor anımsayabildiğim, ufak tefek hatıra kırıntıları anımsamak canımı yakarsa diye hemen uzaklaştırdığım. Kalbimin özenle sakladığım en kırılgan yanı, aklımın karanlığında saklı en büyük hüsranımsın.

Dün bir film izledim, adam bağırarak soruyordu sonunda "Aile olmak kolay mı öyle?!" . Değil!! Zaten ne kolay ki, zorlukların arasından ellerimizle iki yana ittirdiğimiz sorunların arasından açtığımız yollardan varabiliyoruz hep hedeflediklerimize. Sen hep ellerim yeterince güçlü değil diye düşünüp olduğun yerde kaldın, en azından deneseydin başka bir hayat mümkün olabilirdi hepimiz için.

Bunu niye yazmak istedim bilmiyorum ama seni özledim ve bunun üzerine düşünmekten kaçıyorum. Haykırmak istiyorum "Siz benim gecelerden sabahlara boğuştuğum rüyalarımı ne biliyorsunuz? Bilinçaltımın oynadığı türlü türlü oyunla mücadele edişime kaçınız tanık olabildiniz?" diye. Onlar kim sen biliyorsun... Erken bir veda oldu demek isteyişlerim var bazen ama aslında benimle oldun mu hiç bundan da emin değilim.


14 Nisan 2018 Cumartesi

Kreutzer Sonat


Kitap Kırmızı Pazartesi kitabında olduğu gibi başta bize ortada bir cinayet olduğunu söyler. Biz tüm kitap boyunca katilin ağzından aşama aşama cinayeti işleyene kadar neler olduğunu, ne tür bir ruh haliyle bu suçu işlediğini dinleriz bir tren yolculuğu süresince.



Öncelikle kitabın çok fazla etkisinde kaldım, Tolstoy’un bağnaz tutumu karşısında şok oldum. Kimi yerde abartılı kimi yerde istemsizce haklı bulduğum acayip buhranlı bir karakter okudum.

Evlilik ve cinsel ilişkiyi iğrenç bulması, 13 çocuk sahibi olduğu düşünüldüğünde çok ironik değil mi? Sürekli genelevler iğrenç, cinsel dürtü iğrenç, kadınlar evde aksesuar tabak çanak sadece gibi savunumlarla nefret saçmış olmasını bir bana mı ilginç geldi. Hani merhametli, adaletli naif bir adamcağızdı bu?

Öte yandan söylediği kadınların küçük yaştan itibaren iyi koca bulmak için eğitildikleri, bütün tuzakları bildikleri ve erkeğin cinsel dürtüsünü uyandırarak onu ağına düşürdükleri çok yanlış sayılmaz sanki. Bir bayan olarak pek çok hemcinsimin yaptığı her davranışın bu amaca yönelik olduğuna defalarca şahit oluyorum. Hem günümüzde de tekstil ve kozmetik sektörünün patlamış olması, dizilerde reklamlarda bize gösterilen hepsi şıkır şıkır giyinip süslenmiş kadınlar bu amaca hizmet ediyor sayılamaz mı?

Sonra kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olamadıkları için intikamlarını alma biçimi olarak yer verdiği düşünceleri ile duygusal aşırılıkların hep ihtiyaçtan fazla yemek yemekten kaynaklandığına dair fikirleri gülümsetti.

“Köylülerin az da olsa bir bölümünün alışılmış yemeği ekmek, kvas, bir de soğandır. Bu yüzden sağlıklı, dinç olurlar. Tarlada rahat çalışırlar. Demir yolunda çalışırken ise daha iyi şeyler yerler: Pilav, yarım kilo et... Yedikleri eti on altı saat el arabasıyla beş yüz kiloluk taşları taşıyarak eritirler. Böyledir onların yaşamı. Ama bizlerin mideye indirdiğimiz bir kilo et, av eti, balık, türlü türlü yiyecekler, içki nereye gidecek? Duygusal aşırılıklara.”


“Kadınlar çariçeler gibi, insanlığın yüzde doksanını köle olarak tutmakta, ağır işlerde çalıştırmaktadırlar. Bütün bunların nedeni, onların erkeklerle eşit haklardan yoksun edilerek küçük düşürülmeleridir. İşte onlar da cinsel duygularımıza etki ederek, bizleri ağlarına düşürerek intikam alıyorlar.”

Kitaptaki karakter ya da Tolstoy dedemiz sanki dini inançları ve bedensel arzularının arasında sıkışıp kalmış, ne birinden vazgeçebilmiş ne ötekinden bu yüzden de bunalımlardan bunalımlara sürüklenmiş. İkisinin de hakkını tam olarak veremediği hissine kapılıp gitmiş sanki. İç çatışması, sürekli kendisiyle çelişmesi, karmaşık ruh hali çok güzel aktarılmış hatta epey Zweigvari aktarılmış diyebilirim. Sanki kompartımanda hikayesini anlattığı kişi benmişimcesine elle tutulabilir derecede hissettim aksiliğini, ikilemlerini, pişmanlığını…

Kitaptaki kadın gerçekten suçlu muydu yoksa Nikolayeviç kıskançlıktan her davranışa olmayan manalar mı yükledi bilemiyoruz. Fakat son bölümde apar topar eve girmesi, odaya ilerlemesi ve gelişen olaylar sonucu ne olacak bilmeme rağmen çok gerildim. Aşk, evlililik, kadın erkek ilişkileri yönündeki düşüncelerini hala çok bağnazca bulsam da kitabın serüvenini sevdim.

Hepimizin buhranlarını kazasız belasız atlatması dileğiyle herkese keyifli okumalar dilerim.

6 Nisan 2018 Cuma

Dostoyevski - Öteki


ÖTEKİ / ÖTEKİ BEN / İKİZ


Kitapla ilgili anlatmak istediklerim öyle dağınık dağınık ki bir araya toparlamayı başarabilirsem incelemenin altından kalkabileceğim.

Adım adım kendime not tutar gibi yazmayı deneyeyim. Kitapla ilgili elimizde olan veriler;

- Öncelikle kitabı Varlık Yayınları - Nihal Yalaza Taluy çevirisi ile okudum, başarılı buldum okurken garip kelimeler ya da cümleler çıkmadı karşıma ya da cümleleri anlamakta zorlanmadım.
- Dostoyevski'nin yazdığı 2.kitabı...
- İnsancıklar ile yakaladığı büyük çıkış sonrası yazdığı bu kitap hiç beğenilmemiş. (Dostoyevski'nin düşmanlarının kurduğu tuzak olabilir mi?) (Nasıl pişmandırlar şimdi, böyle popüler olacağını düşünemedikleri için.)
- Kitapla ilgili meşhur dövüş kulübü benzetmesi sebebiyle bütün kitap boyunca bunun ortaya çıkacağı sahneyi beklerken okumamın tadı kaçtı diyebilirim.
- Dostoyevski neden edebiyatın peygamberi kabul edilir sorusunun cevabını bulabileceğimiz bir kitap olabilir bu, çünkü 19.yy da kişilik bölünmesi ve şizofreniyi böyle işleyebilmesi gerçekten saygı duyulası. Daha Freud portakalda vitaminken, Dosto psikanalizin temellerini atmış diyebiliriz.



Memur Goladkin bir gece davet edilmediği doğum günü balosuna zorla sızıp, yaka paça dışarı atılınca kendisini bir böcek gibi hissederek yeraltındaki bir fare deliğine tıkılmak ister. (Evet evet biliyorum.) Balo günümüz tabiriyle sosyetik bir partidir, Goladkin ise sıradan, normal bir memurdur. Fakat o çevreye kendini kabul ettirmek istemektedir. Bu yüzden yaşadığı yerden taşınıp sosyete mahallesinde ev tutmuştur, hatta saygın kimseler gibi kendisine bir uşak tutar, kupa arabasıyla gezintiler yapıp pahalı dükkanları ziyaret eder ve alıcıymış gibi pazarlık yaparak gövde gösterisinde bulunur. O kadar ki büyük paraları cüzdanı şişkin gözüksün diye bozdurur. :) Gel gelelim yine de her zaman ÖTEKİ’dir, kabul edilmez bu çevreye...

Partiden sonra sırılsıklam bir halde köprüde yürürken birden sahneye ÖTEKİ çıkar.
Kimdir bu Öteki peki? Aslında büyük Goladkin’in küçümseyip, kıskandığı her şeydir.

Büyük Goladkin sürekli çelişir kendisiyle, dosdoğru bir insan olduğunu, oyunlar, entrikalar çevirmeyi bilmediğini gururla savunurken içten içe bir takım oyunlar yapabilmeyi diler. Yapabilseydi eğer o balo katılan çevreyle yakın ilişkiler kurabilirdi. İkiz ise kendisinin çok arzu ettiği bu konumu kolaylıkla elde edebilir. Bunu bir nevi şöyle düşündüm ben, hepimize öğretilen içinde yaşadığımız toplumda hangi durumda nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen yazısız bir takım kurallar var; ailemizin, arkadaş çevremizin, okulun ve sosyal çevremizin bize empoze ettiği kurallar… Örneğin yalakaları, ispiyoncuları kimse sevmez ve dışlar; dışlanma korkusu olan birisi de bunları yapmaktan kaçınır. Goladkin’de de durum böyle bence bir yandan arzu eder bir yandan kötü bir şey olarak görüp aşağılar küçük Goladkin’in davranışlarını. Hep bir kendiyle çelişme hali.

Demem o ki aslında hepimiz kendi ötekilerimizle ve başkalarının ötekileriyle bir arada yaşıyoruz. Ben bazen karşımdakine nazikçe cevap verirken, içimdeki tahammül sınırı daha düşük öteki ben ağzına geleni saydırabiliyor. Ya da dış görüntü olarak aynı görünen bir kişi iş ortamında başka, sosyal ortamlarda bambaşka olabiliyor. Her ortama bir öteki çıkıp yerleşiyor.

Edebi dünyaya bakalım, yakın zamanda okuduğum Kör Baykuş bir ÖTEKİ romanı değilse nedir örneğin… Kitapta karakter ve karakterin amcası, babası, sürekli ortaya çıkan ihtiyar mezarcı en sonunda tek bir kişide yaşayan ÖTEKİler. Aynı zamanda kitaptaki esrarengiz kız, karakterin halası, kuzeni de ÖTEKİ’ye birer örnek.

Klişeye dönse de Dövüş Kulübü belki de buradan yola çıkılarak yazıldı, hatta Öteki kitabından 40 yıl sonra yayınlanan Dr. Jekyll ile Bay Hyde yine buradan esinlenilmiş olamaz mı? (Olabilir.) Hatta belki Kafka bile…

Dostoyevski’nin bu parçalanmış kişilik izleği burada başlayıp Ecinniler, Delikanlı ve dolaylı olarak da Suç ve Ceza’da devam etmiş. (Okuyup göreceğiz.)

Ve biz sevgili okurlar, kendi ötekilerimizle yüzleşmekten kaçmayalım, içimizdeki Goladkinlere sahip çıkalım, aslında onların hepsi bizim birer parçamız. =)

Gerhart Hauptmann Hakkında Bir Özetleme

1 yıl olmuş neredeyse buralara uğramayalı..  Gerhart Hauptmann 'ın Dokumacılar kitabını okuyup, yazarın biyografisinden çok etkilendi...

Diri Gömülen